ŞİFÂ RIZÂDADIR
Şifayı sadece bedeni-sinirsel hastalıklarda aramak hayli yanıltıcıdır. Şifa, hem önleyici tedbir bakımından hem de insan hayatına dair sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik, tabiî-genetik tüm unsurları da dikkate alan bir tedavi paketidir. Dahası bunlardan öte çok daha engin, çok daha derin bir kapsamı vardır şifânın.
İnsanın baş ağrısı, göz ağrısı, kalp yetmezliği, verem, kanser, diyabet, tansiyon ve daha pek çok hastalıklarına deva bulması için hastahane-doktor-eczahane üçgeninde koşuşturup durması; sağlığını ilgilendiren konularda doktor tavsiyelerine uyması ve söz konusu tavsiyelere uygun önlemler alması her insan için elzemdir, zarurettir. Gerek önleyici tedbirler bakımından gerek tedavi sürecine ilişkin yapılması gerekenler bakımından umursamaz davranmak tıbben de şer’en de caiz değildir. Zira tedbirsizlik, kontrol edemeyeceğimiz büyük sıkıntılara yol açar. Bu gerçek, aklını kullanabilen her insan için aşikârdır…
Lakin insan sağlığını sadece beden ve sinir sistemleri bakımından ele almak büyük bir hatadır. Bu bakış açısı, materyalist iddiaların tezahürlerinden biridir aynı zamanda. İnsanı Allah’tan koparmayı hedefleyen bu yaklaşım insan ile insan, insan ile ahlak, insan ile toplum, insan ile doğa arasındaki münasebetlerin kimyasını bozmuştur. En basit anlamda bu bakış açısı, bireysel sağlığı insanlığın genel sağlığından bütünüyle koparır. Kişiyi bencilliğe düçâr eder, sadece kendi bedenine ve zihin dünyasına müptelâ kılar. Bu konuda tamiri zor mesafe katettikleri de açıktır.
Halbuki insanın kendisine yabancılaşması, kendi fıtratına ihanet etmesi ağır bir hastalıktır. İnsanın diğer insanlarla olan münasebetlerinde hakkaniyet ölçülerini çiğnemesi ağır bir hastalıktır. İnsanın iyilik duygularından bütünüyle kopması, merhamet duygularını yitirmesi, diğergam kimliğinden uzaklaşması ağır bir hastalıktır. İnsanın mazlumlara karşı duyarlılığını yitirmesi tehlikeli bir hastalıktır. İnsanın doğayla ilişkisini tabii mecraından çıkarması çok ağır bir hastalıktır. Sonuçta bunların tamamı insanın özdeğeri bakımından çok ağır tahribata uğradığına işarettir.
İnsanın ekolojik yasa hilafına mimaride ısrar etmesi, ekolojik düzeni tahrip etmesi, bitkilerin ve hayvanların genetiğine müdahale edip hayat yasasını tarumar etmesi çok ağır bir hastalıktır.
İnsanın, dünyada “öncesiz ve sonrasız tesadüf mahkumu” olduğunu iddia etmesi çok ağır bir hastalıktır; akıl, gönül, fikir travmasıdır.
Beri yandan, iman ettiğini iddia ettiği halde Allah’ın buyruklarını hayatına eksen almayan insanın yaşadığı çelişki, çok ağır hastalıktır. Başkalarının hukukuna saygı duymamak ağır hastalıktır. Toprağı, suyu, havayı kirletmek ağır hastalıktır.
Su kaynaklarımız kurumak üzere ve hasta, topraklarımız ormanlarımız yağmalandı ve hasta, soluyacağımız hava kirlendi ve hasta, gıda üretebileceğimiz tohumlar dahi hasta… Tabiatı kurutan aklın, doğayı zehirleyen ahlâkın sağlıklı olması mümkün müdür? Doğa bütünüyle hasta iken, üzerinde yaşayan insanın sağlıklı kalması mümkün olabilir mi?
Allah’ın yasalarına rağmen terazinin kefesiyle oynayan hilekar tüccar ahlâken ağır hastadır. Trafiği kilitleyen, insanların yol almalarına mani olan sorumsuz sürücü ahlâken ağır hastadır. Hastahanede, polikliniklerde doktorları yumruklayan insan ahlâken çok ağır hastadır. Mevki kapmak için başkalarının ayağını kaydıran insan ahlâken çok ağır hastadır. İhale almak için rüşvet veren, rüşvet alan, hile yapan, hileye göz yuman insan ahlâken çok ağır hastadır…
Kitlelerin imhasıyla ortada kalan kolsuz-bacaksız insanların, annesiz-babasız kalan yetimlerin, çamurlu su içebilmek için kilometrelerce yürümek zorunda kalan afrikalı mazlumların attıkları çığlıkları duymamak çağın büyük hastalığıdır. Çaresiz insanların, insan tacirleri tarafından alınıp satılması çok ağır hastalıktır. İnsanların iş bulma yalanıyla yurtlarından koparılması, bu sebeple çoğunun travmatik biçimde denizlerde boğulması şahit olduğumuz çağın en vahim hastalıklarındandır…
“Ben tek gerçeğim, benden başkası benim için vardır!” saplantısı çok ağır mantık hastalığıdır. Denilebilir ki, insanlığın kronikleşmiş hastalığını mayalayan asıl virüs budur! Bu onulmaz virüse teslim olmaktan daha ağır ne gibi bir maraz vardır?
Tüm insanlığı sarıp sarmalayan bu ağır tahribat, bir insan vücudunda metastas yapmış kanser virüslerinden çok daha şiddetli ve çok daha yıkıcıdır. Küresel ölçekte insanlık doğasını/fıtratını tehdit eden bu virüsten korunmanın elbette bir yolu vardır. Yeter ki insan, bu ağır tahribattan kurtulmayı içtenlikle talep etsin!
İnsanlığın tamamını tehdit eden, insanlığın tamamına musallat olan bu ağır hastalığı savabilmek için külli bir şifâ kaynağına ihtiyacımız vardır. Zira insanlık “aklen, fikren, zihnen ve kalben” şifa bulmadıkça, hiçbir hastalık kâmilen şifa bulmayacaktır.
Hırsına gem vuramayan insanın huzur bulması asla söz konusu olmaz! Rızâ ile mayalanmamış fikrin sahibi asla mutmain olmaz! Allah’ın fermanıyla mutmain olmayan hiçbir fâninin hastalıklı taleplerden azâde kalması asla mümkün olmaz!
Aklen, fikren, zihnen ve kalben fasit olan insanın “sahip olduğu gücün mahiyetine göre” kendisiyle birlikte çevresine, yaşadığı topluma ve hatta topyekün insanlığa ağır travmalar yaşatması beklenmeyen bir durum değildir.
İşte bu ve benzeri sebepler münasebetiyle şifayı hayatın tamamını şamil bir perspektiften anlamaya çalışmalıyız. Şifa, insanı bedenen ve rûhen huzursuz kılan tüm unsurlara karşı sunulan ilâhî ikramdır. Şifa insanın hem bireysel hem toplumsal hayatını düzene sokan, insana hem kendisi hem de diğer insanlarla birlikte ve ahenk içerisinde yaşamasını kolaylaştıran ilâhî lütuftur. Şifa insanın bugününü ve istikbalini vehimlerden koruyan ilâhî vaaddir. Şifâ insanlığı topyekün koruyacak önleyici yasadır.
Neticede şifa, ilâhî rahmettir: “Biz Kur’ân’ı bir şifa ve iman edenler için bir rahmet olarak indirdik. Zalimlerin ise ancak hüsranını artırır (17/İsrâ: 82). Bu durumda insanlık rahmetten ırak kaldıkça, şifâdan da ırak kalacaktır…
Binaenaleyh Allah’ın Kur’an’la önerdiği şifâ, insanoğlunun tamamına ve topyekün dünya hayatına sunulan reçetedir. Resûlü’nün sünnetinde ve O’nun ahlâkıyla tecelli eden şifa budur. İnsanlığın kaçırdığı asıl gerçek de budur. İnsanlık küresel huzursuzluğun kaynağını; salgın hastalıkları, belaları ve musibetleri doğuran sabepleri doğru okumadıkça şifa bulmayacaktır. İnsan kendisini sınayan zorlukları ve sıkıntıları anlamadıkça, onları rızâ ile karşılamadıkça da şifa bulmayacaktır. Hasılı, benliği rızâ ile mutmain olmayan insanın şifa bulması asla söz konusu olmaz.
Sonuç nasıl tecelli ederse etsin, ancak Allah’ın fermanına rıza göstermek şifa verir. Bedenen hiçbir maraz bulunmasa yahut hiçbir mali ihtiyaç söz konusu olmasa da böyledir. Rızâ yoksa, dünyaya sultan olmak dahi kişiyi ızdıraptan kurtarmaz. Zira nihaî Şifâ, hakka rızâdadır!..
29.10. 2020
SALİH KÜÇÜK