sadsad x
asdasd
Öfke Tedavisi
   ÖFKE TEDAVİSİ

   Söz/Dil bütün bedenin tercümanı olsa da, asıl olarak kalbin durumuna göre hareket eder. Ne var ki sadece bununla sınırlı kalmaz. Hatalarını itiraf eden, insanların hatalarını bağışlayıp örten ve merhametle muamele eden kimselerin kalplerinde “rikkat, incelik, zerafet” neşvü nemâ eder, hayat bulur; sahibinin tabii vasfı haline gelir. Bundan sonra çevresindeki insanlara ve hatta hayvanlara karşı zerafetle muamele eder. Zerafet onun tabii sıfatı olduğu için; zarif davranmak için özel çaba göstermesine de gerek kalmaz.


   Allah sadece incitmeyen, zarif insanların kalplerinde tecelli eder. Kullarında görmek istemediği bir sıfatı ısrarla koruyan kalplere asla yakın durmaz.

   Kendi hatalarını görmezden gelen, bu hususta yapılan hatırlatmaları dikkate almayan, başka insanların hatalarını örtmek bir yana onları ısrarla gündeme alan; öfkesini, buğzunu ve kinini canlı tutan kimselerin kalplerinde ise “katılık, kabalık ve karanlık” hayat bulur, sahibinin benliğini kuşatır, davranışlarında tecessüm eder. Katı, kaba ve karanlık kalbe sahip olan insanlar, başka insanların hatalarını düzeltmek gibi “erdemli” davranışları tercih etmek yerine, onların hataları üzerinden öfkelerini katlamayı ve kin biriktirmeyi tercih ederler. Bu durum ne insani ne de İslâmi bir bakış açısıdır. Zira İslâmlaşmak, ancak insanlaşmakla mümkün olabilir.

   Bazı insanların hatalı olmaları veya hatalarından dönmüş bulunmaları, diğer insanların kalplerinde ne huzursuzluk ne de huzur kaynağıdır. Bunun aksini düşünmek ve bu sebeple başka insanları suçlamak, çok büyük bir yanılgıdır. İnsanların huzur bulabilmeleri, hakikatte, kendi kalplerinde yaşama hakkı verdikleri duygularla ilintilidir. Bu hususlardan biri de, öfke tedavisidir.
Kendi değerleriyle ve nihayet Allah’ı ile sağlam irtibat kurabilmiş her insan, dünya cehennem olsa da, cennet kıvamında bir hayatın lezzetini alır!..

   Kalplerindeki öfkeyi tedavi edememiş, kin ve buğz marazından selamet bulamamış insanların "kendi davranışlarını" doğru ve hak üzere sorgulamaları düşünülemez. Kendi davranışlarını hakkaniyet üzere ölçüp değerlendiremeyen insanların, başka insanlar hakkında “merhameti ve adaleti” esas almaları söz konusu bile olamaz. O nedenle her insan, elbette her mü’min, evvela kendi oksitlerinden arınmalıdır. Bunu başarabilirse, diğer insanlar üzerindeki sorumluluğunu üstlenebilir; onları “zerafet dilini/Leyyin” kullanarak düzeltebilir...

   Kendi ağırlıklarını atamayan insanların; kötü duygulardan ve şeytanın telkinlerinden bağımsız olamayan mü’minlerin “özgür davranmaları” asla mümkün olmaz. İnsan evvela, kendi şeytanlarıyla arasındaki bütün ipleri koparıp atmalıdır. Hem insan olabilmenin hem İslâm olabilmenin ilk adımı da budur!..

19.11.2013
salih küçük









T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.