sadsad x
asdasd
İslâm ve Yönetici Ahlâkı

Kur’an’ın “kesin hüküm içeren” yasal mevzuatı bir yana, ilâhî beyanların kahir ekseriyetini oluşturan diğer âyetlerde, insan hayatını ilgilendiren konularda “ortalama” ne gibi mesajlar iletilmektedir?

Bu sorunun uygun cevabı ne olabilir?

Ahlâkî mesajlar…
Evet, kesin hüküm içeren emir ve yasaklar müstesna, Kur’an-ı Kerim’de verilen mesajların kahir ekseriyeti “ferdî ve içtimâî ahlâkın biçimlendirilmesi”yle alâkalıdır.

Zira Kur’an, ideal hayat nizamını öneren temel mesajlar içerir.

Bu mesajlar bazen doğrudan getirilen bir tanım, bazen geçmişle irtibatlı örnek bir kıssa, bazen özel sıfatla zikredilen (olumlu-olumsuz) örnek bir insan olarak gelir; yerine göre, bazen birey ahlâkına bazen de toplumsal ahlâka işaret eder.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’in temel hedefi, hem bireyleri hem de toplumları “fıtrata uygun ahlâk ölçüleriyle” donatmaktır.

Bu bakımdan mü’minler, ferdi ve toplumsal hayatı inşa ederken, söz konusu ölçüleri baz almakla yükümlüdürler.

Kur’an’da zikredilen ahlâkî ögelerin ferde bakan yüzü olduğu gibi, topluma bakan külli bir yüzü de vardır.
İslâm her ne kadar tek tek bireyleri mükellef kılsa da, bu hüküm toplumsal hayatın nizamını tesis etmeyi amaçlar.

Zira hayat sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal dinamiklerle var olan bir gerçektir. Biri diğerinden bağımsız olarak varlığını devam ettiremez.

O nedenle, hayatın ahenk içerisinde devam edebilmesi için birey ahlâkıyla toplumsal ahlâk arasında fevkalâde bir insicam olmalı, uyum bulunmalıdır.

Bu durumda, hangi ölçekte olursa olsun, özel veya tüzel kurumlarda yönetici sıfatıyla görevlendirilenlerin çift yönlü hassasiyete sahip olmaları daha fazla önem arzeder.

Hem birey olarak kendi ahlâk ölçülerini koruyacak hem de sorumlu bulunduğu toplumun ahlâken irtifa kaybetmesine sebep olacak davranışlardan şiddetle kaçınacak; yani toplum ahlâkının deformasyonuna yol açabilecek olumsuz fillerden uzak duracak.

Zira toplumların ahlâken çürümeye başlamalarında, yönetici ahlâkın “zannedilenden çok daha fazla” tesiri vardır.

Ahlak sözcüğünün hilkat sözcüğüyle hem lafzen hem de manaen çok yakın ilişkisi vardır.

Hatta her iki sözcük, aynı kökten türemiştir. Hilkat “yaratık” anlamına gelir.

Ahlak ise, yaratılmış bir varlık olarak insanın “yaratılış normlarına uygun” manevi donanımıdır.

İslâm da zaten, bu donanımın (ahlak) korunmasına yönelik hükümler içerir. Bunun gerçekleşebilmesi için, İslâm’da, hem bireysel hem de toplumsal sorumlulukları içeren bir çok öneri ve hüküm mevcuttur.

Söz konusu hükümlerden, toplumsal meselelerin icrasından sorumlu olanlar için apayrı başlıklar vaz edildiğini/konulduğunu görüyoruz.

Şüphe yok ki ahlâkî ölçülerin en doğru ve en güzel örnekleri, evvela sevgili peygamberimizin yönetim usûlünde kusursuz icra edilmiştir.

Bilahere, O’nun yakın dostlarında “benzer hassasiyetlere” şahit oluyoruz. Söz konusu icraatlar, “geçmişten günümüze ulaşan dînî-tarihî kayıtlarda” ayrıntılı biçimde izah edilmektedir.

Yöneticilerde bulunması gereken “sorumlu ahlâk” ölçüsünün fertte ve toplumda ne gibi ve ne düzeyde tesir icra edebileceğini de dikkate alarak, yönetici ahlâkı veya siyaset ahlâkı kapsamında bulunan temel hususları maddeler halinde ele alalım.

Yönetici/İdârî Ahlâk ölçülerini şu başlıklar altında ele alabiliriz:

Ehliyet, yani idari liyâkat; bilgi, birikim, donanım, beceri

Adâlet, yani hakkaniyet prensibi ve ölçüsü

Takvâ, yani hata yapmaktan sakınmak ve bu hususta titiz davranmak

Merhamet, yani "emri altındakilere veya halkın ihtiyaçlarına" şefkatle eğilmek

Cesaret, yani “haksızlığı dayatan” hiçbir tehdit karşısında pes etmemek

“Ey iman edenler; emânetleri ehline iade ediniz/veriniz!” Allah’ın emânet ve ehliyet hakkında buyurduğu bu açık emir, enine boyuna iyi değerlendirilmelidir.

Binaenaleyh özellikle idari konularda yetkilendirilen insanların icraatlarındaki sapmalar, yukarıda mealen zikrettiğimiz emrin ihmal edilmesiyle doğru orantılıdır.

Buna göre görev, liyakat esas alınarak tevdi edilir. Mahalle arkadaşlığı, akraba hukuku, çocukluk anıları ve benzeri gönül bağları üzerinden “hamili kart” ibraz edenlere görev verilmez.

Hırsıza kasa, arsıza namus, katile silah emanet edilmez. Emanetler muhakkak surette lâyık olanlara verilmeli ki, çakma ürünlerin pazar değeri yükselmesin!..

“İnsanlar arasında bir hüküm vermeniz icab ederse, adaletle hükmediniz!” (4/Nisa; 58)

Yukarıdaki paragrafta mealen zikrettiğimiz fermânın devamında gelen bu emir aynı zamanda liyakat ve adalet mefhumlarının ayrılmaz bir bütün olduklarına işaret etmektedir.

Zira idari yetki vermenin veya bir emaneti teslim etmenin ölçüsü hem liyakat hem de adalettir. Liyakat esas alınmalı ki, adalet tecelli etsin!

Adalet,
tek başına, içinde bulunduğu her şeyi dimdik ayakta tutan güçlü bir ölçüdür.

Bu bakımdan adalet, şayet fertlerin sahip olduğu bir vasıfsa, fertleri dosdoğru ve dik tutar.

Hiçbir zaman zelil olmalarına ve boyun bükmelerine fırsat vermez.

Şayet toplumların sıkı sıkıya sarıldığı bir sütun olursa, onları zillete düşmekten ve yıkılmaktan korur.

Adalet öylesine güçlü bir erdemdir...

“Sizinle savaşanlara karşı siz de savaşın, fakat aşırı gidip haddi aşmayın. Şüphe yok ki Allah haddi aşanları sevmez.” (2/Bakara; 190)

Mealen zikrettiğimiz bu ilâhî buyruk, savaş meydanında dahi düşmanın tavrına göre bir ölçü gözetmenin ehemmiyetine; Allah’ın koyduğu ölçüye aykırı davranmanın bedeline işaret etmektedir.

Haklıyı haksızdan, suçluyu suçsuzdan ayırabilen en önemli ölçü adalettir.

Bu mukaddes mefhumu “gönül bağı sebebiyle veya dünyevi kaygılar münasebetiyle” ayaklar altına almak, hem idârî otoriteye hem de halkın adalet duygusuna büyük zarar verir.

Adalet ilkesinde meydana gelebilecek duygu kırılmaları sadece toplumla idare arasındaki köprülerin atılmasına sebep olmakla kalmaz, aynı zamanda toplum, hakkaniyeti önceleyen tüm değerlerden “az veya çok” uzaklaşabilir...

Takvâ kısaca, bilerek hata yapmaktan uzak durma cehdidir.

Zira takvâ ölçüsüne itibar etmemek bir taraftan Allah’ın gazabını celbeder, diğer taraftan şeytanın azmini arttırır.

Dolayısıyla böyle bir aymazlık içerisinde olanlar “her iki cihetle de” hüsrana sürüklenir.

Farkında olmaksızın veya bir anlık gaflet sonucu yapılan hatalar elbette mümkündür.

Fakat takvâ ölçüsünü ilke edinmiş olanlar, yaptıkları hatanın farkına varır varmaz derhal tövbe eder ve mevcut yanlışı düzeltirler. Böyle davranmak da takvâ anlayışının güzel bir sonucudur.

Takvâ ölçüsü, Allah’ın insanları doğru yola iletmesinde “dikkate alınması gereken” en önemli prensiplerden biridir.

Kur’an’ın hidayet etmesi dahi, Takvâ ölçüsünün dikkate alınıp alınmamasıyla ilintili bir durumdur.

Nitekim Allah, konunun önemi bakımından şöyle buyurmaktadır:

“Hakkında hiçbir şüphe bulunmayan bu Kitap, (ancak) Takvâ sahipleri için bir hidâyettir.” (2/Bakara; 2)

Takvâ; hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan, adâleti zulümden kesin olarak ayırma cehdidir.

Takvâ; haramla helâl arasını hassasiyetle ayırma, helalden yana tercih koyma iradesidir.

Takvâ; ölçüleri gözetme, abartıları reddetme bilincidir.

Takvâ, bâtılın çığırtkanlarına kulak tıkama cesaretidir.

Takvâ zulmün lağvedilmesini, Hakkın hükümrân olmasını arzu etme çabasıdır.

O nedenle idareciler, hem kendileri adına hem de sorumlu bulundukları toplumun “maddi-manevi” selameti adına muttakî olmakla yükümlüdürler. Böyle yapmalıdırlar ki, Allah onların ayaklarını doğru yol üzerinde sabit kılsın...

Merhamet, Allah’ın Rahmân ve Rahîm sıfatlarından yansıyan bir ahlâk normudur.

İnsanların sahip olabileceği, özellikle yetki sahiplerinin sahip olabilecekleri en güzel vasıflardan bir tanesidir. Zira merhamet her insanda güzeldir fakat idarecilerde, gücü ve yetkiyi ellerinde bulunanlarda çok daha güzel; tezahürleri bakımından çok daha hayırlı sonuçlar doğuran bir sıfattır.

Allah Resûlü’nün (sav); “Merhamet ediniz ki, merhamet olunasınız!” mealindeki beyanı, merhamet duygularının insanlar arasında dalga dalga yayılması gerektiğine işaret etmektedir.

Aynı zamanda bu beyan, Allah’ın merhametini umanların başka insanlara “merhametle” muamele etmelerini salık vermektedir.

Hem emri altındakilerin veya halkın ihtiyaçları gözetmek hem de affedilmesi mümkün olan hataları bağışlama yolunu seçmek, bu bağlamda ele alınmalıdır.

Unutulmamalıdır ki merhamet, istismar konusu edilmesine fırsat verilmezse, insanları olumlu davranışlara yönlendirebilecek en güçlü motivasyonlardan bir tanesidir.

Cesaret mevzuuna gelince;

Bu konuda söylemek istediklerimizica birkaç cümlede ifade etmekle yetineceğiz.

Korkakların layık olabilecekleri hiçbir asil meslek yoktur.

Onların tek meslekleri sürekli yön değiştirmektir.

Korkarlar inkara kalkışırlar.

Korkarlar dostlarını satarlar.

Korkaklar haksızlığa göz yumar ve zalim olurlar.

Halbuki adaletin tesisi için ve hatta merhametin inşası için dahi cesaret gerekir.

Yönetilenleri yüreklendiren en önemli ögelerin başında, idarecilerde gördükleri adalet ve cesarettir.


Salih Küçük


17.10.2015

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.