sadsad x
asdasd
BİLGİDEN TEKEBBÜRE/MÜZÂKERE ÂDÂBI

BİLGİDEN TEKEBBÜRE

Bilgiyi “ego” ile mayalamak, tekebbür olarak sahibine geri döner. Tıpkı iblis örneğinde olduğu gibi. Zira iblis, bilgiden tekebbüre varan ilk varlıktır. Halbuki bilgi böbürlenecek şey değildir. Aksine sahibinin zaaflarını gösteren, ona ışık tutan, gelişmesine/tekâmülüne katkı sağlayan bir araçtır. Tevâzu denilen hâlin de böyle bir bakışa ihtiyacı vardır. İman, tevâzu ile gelir!

Bir konuyu tartışırken yahut bir insanı uyarırken “talebelerini sınıfta bırakmaya and içmiş sıfırcı öğretmen tavrıyla* kendince kazık soruları alt alta sıralamak” sadece şişirilmiş egoyu tatmin eder. Bilgiyi kullanarak “muhatabı literatür üzerinden ezmeye kalkışmak”kişinin son derece haris sularda yüzdüğüne alâmettir. Halbuki faydalı olmak için başta kemâl-i edep, sonra sabır ve gayret gerekir. Bu bakımdan müzakere etmekle hırs içeren ikna çabası aynı şey değildir.

Muhatabımızın kişisel konumu ne olursa olsun, onu aşağılama veya ezme yahut sindirme muamelesi Allah’ın yarattığı bir varlığı hor görmektir. Halbuki sırf  Allah’ın hatırı için “O’nun kullarına” asgari edeple muamele etmek gerekmez mi? Buradan hareketle denilebilir ki; O’nun kullarını küçük düşürmek mü’mine mahsus bir ahlâk değildir. Velev ki ilmen eksik bulunsunlar, fikren yanlış içerisinde olsunlar.

İslâm temel prensip olarak savaş halini dahi bir ölçüye bağlamış ve konu hakkında bazı hukukî-ahlâkî sınırlar getirmiştir**. Hal böyle iken, mü’minlerin fikir ayrılığı içeren meselelerde İslâm ahlâkına aykırı üslupla tartışmaları nasıl mümkün olabilir?

Şu halde:
Müzakere âdâbına
İletişim üslûbuna dikkat etmeliyiz!
Yüce Rabbimizin Hz. Mûsâ’ya, firavun gibi bir zalime dahi hakikati anlatırken “hoş, yumuşak, sıkmayan, anlaşılır, muhatabın aklına hitabeden, kalbine inen güzel söz” kullanmasını ferman buyurduğunu hatırlıyor olmalıyız Kur’an-ı Kerîm’den (Tâ Hâ: 43-44).

Zira söz, bir engelle karşılaşmaksızın muhatabımızın aklına ve kalbine ulaşmalı. Ulaşmalı ki kabul etmesinin de reddetmesinin de açık bir gerekçesi olsun. Egomuzun sertliğiyle ağzımızdan çıkan söz doğru dahi olsa, muhatabımızın egosuna toslar. Tosladığı yahut toslayacağı için, maksadımız muhatabımızca doğru algılanmaz.

Mü’minlerin gayesi insanı değil, insana musallat olan bâtıl unsurları tasfiye etmektir. Şu halde mü’minler insana saygıyı elden bırakmaksızın bâtıl unsurları deşifre etmekle, insanları söz konusu unsurlara karşı uyarmak ve uyandırmak için çaba sarfetmekle yükümlüdürler (Nahl 125). Zaten ilmen, fikren, zihnen ve kalben bâtılla yüzleşme gücüne sahip olmayan bir insan bir de ilim ve fikir ehlinden çıkan sözlerle aşağılanırsa, bu durum o insanı bâtılın tasallutuna karşı daha zayıf düşürmez mi? O nedenle Allah sert/kaba davranmayı, katı yürekli olmayı men etmektedir. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bizim için en güzel örnek Allah Resûlü’dür (Âl-i İmrân 159)

Tartışmaların ağır ithama dönüştüğü, kimin ne dediğini anlama ihtiyacı duymaksızın birbirlerine sataşan bağnaz muarızların ortalığı toz duman ettiği asırlar boyu süren anlamsız çatışmaları tarihi kayıtlardan öğreniyoruz. Bu nevi tartışma üslûbunun yüzlerce yıldır olumlu bir sonuç doğurmadığını da biliyoruz artık. O nedenle maksadımız ve derdimiz haklı çıkmak değil, hakka çıkmak olmalı. Böyle olmalı ki hak kimden zuhur ederse etsin, içtenlikle rıza gösterelim. 

Derdimiz hak ve haikkat olursa tekebbür (ego azması) hasıl olmaz. Böyle bir arzu söz konusu olmayınca farklı düşüncelerin müzakere edilmesi rahmete vesile olur. Rahmet ise, her ferdin muhtaç olduğu ilâhî ihsandır. Allah bizleri, kalplerini rahmete açık tutan kullarından eylesin.  

                                                                          17.10.2020
                                                                          Salih Küçük

 

 ---------------------------------------

(*) Bu sıradışı bir durumdur ve öğretmen camiası içinde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır kanaatimizce. Sadece maksadın iyi anlaşılmasını sağlayabilmek adına istisnâî bir örneği zikrettik. O nedenle, bu mesleği icra eden tüm öğretmenlerimizi tenzih ederiz. 

(**) Savaş sadece askerî harekâtla, konvansiyonel silahlarla, NBC bombalarla olmaz elbette. İslâm düşmanlarının, yanlış bilgi ve/veya yalan haber üzerinden İslâm’ı ve müslüman şahsiyetini ısrarla tahkir etmeleri de medya üzerinden savaş ilanıdır. Bu durumda müslümanların aynı satıh üzerinden mukabele hakları doğar. Yine de bu; doğrudan sapmaksızın, haddi aşmamak kaydıyla ve âdilâne olmalıdır. Zehire panzehirle mukabele etmek gibi. Dozunda!..

KELİME DAĞARCIĞI (ihtiyaç duyanlar için)
Tekebbür: Büyüklenme, ululanma. Mutlak manada büyüklük, ululuk, üstünlük Allah’a mahsustur. Allah dışında her kim böyle bir iddiada bulunursa, haddini aşmış olur. Zira haddi aşan büyüklenme, ululuk taslama yahut üstünlük iddiası (kibir) şeytanın temel vasıflarından biridir. Nitekim bu tekebbür, şeytanın (İblis) huzurdan kovulup ebediyyen lanetlenmesine sebep olmuştur. Mü’mine yakışan, tevazu sahibi olmasıdır.
Tevâzu: Alçakgönüllülük. Haddini bilen, yerini/konumunu bilen insanın “Allah’ın kullarından bir kul” olduğunu unutmaması hali...
Tekamül: Gelişme (Maddi, teknik, bilimsel), olgunlaşma (ahlâken)
Kemâl-i Edep: Zerafet, zariflik, incelik, olgunluk
Haris: Hırslı, çok hırslı
Alâmet: Belirti, iz; işaret
Tahfif etmek: Küçük düşürmek, önemsiz olduğu izlenimi vermek; hafifsemek
Bâtıl: Hakkın zıddı, gerçek dışı
Tasallut: Saldırma, bıktırıcı sataşma, baskı kurma/kuşatma. Musallat olmak: Bunaltıcı/bıktırıcı düzeyde sataşmak, baskı kurmak
İcra etmek: Yerine getirmek, uygulamak
Camia: Topluluk

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.