sadsad x
asdasd
Özgür Râbi'a


   ÖZGÜR RÂBİ'A

   Ne Kahire'de/Râbia’da, ne Şam’da, ne Hama’da, ne Bosna’da, ne Gazze’de ne da başka yerlerde olanlar; ne sadece bireysel ihtiraslarla ne de sadece toplumsal aymazlıklarla izah edilecek gibi değildir. Ellerine geçirdikleri silahlarla kendilerine güç devşirenlerin; yüzyıllarca birlikte yaşadıkları “ekmeğini ve suyunu paylaşan” aynı coğrafyanın insanlarına zulüm olup yağmaları, beşer lisanıyla tanımlanabilecek bir alçaklık değildir şüphesiz.


   Bu gibileri yeterince tanıyabilmek için, onları bütün hatlarıyla ve kesin olarak vasıflandıran şu kavramlara özel ilgi göstermeli; bu kavramlar üzerinden söz konusu zulmün kaynağını yeniden ve derinden düşünmeliyiz:

   Müstekbir:
Hakikatte zayıf ve aciz oldukları halde, kendilerini ululayan/yücelten ve bunu kanıtlarcasına ellerindeki gücü veya iktidarı gaddarane kullanmaktan çekinmeyen korkak insanları tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Böyleleri zayıfların ve çaresizlerin tepesine inme tehdidiyle veya doğrudan şiddete başvurarak korku salar, sonra da kendi tekebbürlerine tapınır dururlar.

   Müstağnî
 Kendilerini her türlü ihtiyaçtan münezzeh zanneden, sahip oldukları hayatın ve ellerindeki imkanların gerçek sahibini düşünmeksizin “kendilerini kendileri için yeterli gören” yanılgı sahiplerini ve gösteriş budalalarını tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Müstekbirlerin kibrini besleyen en önemli zehirdir. İnsanlara sümüklü böcek muamelesi yapanlardaki en önemli iki sıfat, bu ikisidir: İstiğna ve İstikbar...

    Kârûn
  Servet biriktirme sevdalılarının ve sömürgeci asalakların pîrine verilen bir sıfattır. Küçük birimler halinde insan kanıyla geçinenleri KENE, insan kanını bütünüyle hortumlayarak hayat bulanları “tabiri caizse” DRAKULA, küresel çapta büyük bir organizmaya dönüşmüş sistematik sömürücüleri de EMPERYALİST olarak tanımlayabiliriz. Bu durum dahi KÂRUN sıfatını izaha yetmez. Bunların tamamını içeren vasıflara sahip olmakla birlikte KÂRUN, bütünüyle çökmüş bir AHLÂK mezbeleliğinin de en önemli figürlerinin başında gelir. Yani KÂRUN, iflas etmiş ahlâk anlayışının bir numaralı mümessilidir...

   Bel’am
  Güçten yana tavır alan, menfaatleri söz konusu olduğunda hiç tereddüt etmeksizin 1800 aniden yön değiştirebilen ve sadece rüzgara göre yelken açan din bezirgânlarına verilen bir sıfattır. İktidar, güç, otorite, servet, mal, mülk, para ve sair bütün dünyevi çıkar unsurları, onun varlığının yegâne kaynağıdır. O nedenle nerede güce ve servete dayalı haksız bir çıkar söz konusu ise ve böyle bir çıkarın hemen yanıbaşında “dini kisveye bürünmüş birisinin” otağ kurduğunu görürseniz, biliniz ki o kişi BEL’AM’DIR!

    Tuğyân:
   Haddi aşmak, zulüm, azgınlık, sapıklık, isyan, küfür ve benzeri bütün kötülüklerin anası bir sıfattır. İnsanı aslî mecraından, yani fıtratından soyutlayan ve onu hayvandan daha aşağı bir alçaklığa düçar eden fiillerin tümünü ifade etmek için kullanılan ortak sıfattır da diyebiliriz.

   Tâğut:
  Tuğyan sahiplerine yakışan en önemli yafta da elbette TÂGUT olabilirdi. Putlaşmış ya da putlaştırılmış bir zihniyetin zorba teşekküllerini TÂĞUT olarak isimlendirebiliriz. Tâğut, halkın kafasından tokmağı boynundan giyotini eksik etmeyen zorba diktatörlerin hükümranlık tanrısıdır.

    Fir’avn
   Yukarıdaki sıfatları bir arada toplayan zorba kişi/kişiler veya oligarşik zorba kurumlar, FİRAVUN ünvanıyla ebediyete değin lânetlenerek yaşatılırlar. Hem insanlar nezdinde hem de ALLAH nezdinde bu böyledir!

   Şimdi doğrudan inkarcılar, müşrikler ve sair İslâm düşmanlarının yürüttükleri savaşlar bir yana “müslüman postu giyinmiş olan ve bir şekilde atalarından devraldıkları ekonomik, jeopolitik, bürokratik ve askeri gücü kullanan” sahte saray sünnilerinin, sahte saray şiilerinin, sahte saray vahhabilerinin, sahte saray selefilerinin ve diğer cümleden saraylı başka mezhep, meşrep ve tarikat sahiplerinin; “müslümanların ne gerçek sünnisine, ne gerçek şiisine, ne gerçek selefisine, ne gerçek vehhabisine ne de doğru istikamet üzere yürüyen başka mezhep, meşrep ve tarikat mensuplarına tahammül etmemelerinin arka planındaki gerçeği iyi görmek ve doğru okumak zorundayız. Sahip oldukları ya da atalarından devraldıkları iktidarın ve zenginliğin ana kaynağını doğru sorgulamadan, doğru teşhis koymanın imkansızlığı hayli açıktır.


   Ayrıca; Allah, İslâm ve Müslüman mefhumları ile Allah, İslâm ve Müslüman düşmanlarını bütün vasıflarıyla iyi analiz etmeli ve saflarımızı doğru tutmalıyız. Allah'a giden yol ile Allah'tan ayrılan yolları birbirine karıştırmamalı, Allah dostluğu ile dünya dostluğu arasındaki bağın niteliğini iyi ayırd etmeliyiz.

   Fakat tüm bunlardan önce, şu hususlarda aklen uyanık ve zihnen berrak olmalı, bu bağlamdainsanları kritik etme firasetini kazanmalı; içimizden ve dışımızdan gelebilecek tüm tehdit kaynaklarını dikkatli bir gözleme tabi tutmalıyız.

   1- DİN ALLAH’INDIR!
  Kim ki Allah’ın dinini kendi mülküne/kendi hükmümranlığına vesile kılmaya, onu güç devşirmenin aracı kılmaya kalkışır; o kişiden veya kişilerden zinhar uzak durulmalı. Onlara fırsat verilmemeli!

   2- MÜLK ALLAH’INDIR!
Kim ki Allah’ın mülkünü bencil duygularla sınır tanımaksızın kendi arzularına ait kılmaya kalkışır; o kişi veya kişilerden zinhar uzak durulmalı. Onlara fırsat verilmemeli!

   3- HÜKÜM ALLAH’INDIR:
Kim ki Allah’ın hükmünü eğip büker ve kendi heveslerine uydurmaya kalkışır; o kişi veya kişilerden zinhar uzak durulmalı. Onlara fırsat verilmemeli!

   4- HAYAT ALLAH’INDIR!
Kim ki Allah’ın bağışladığı hayata kasdetmeye kalkışır; o kişi veya kişilerden zinhar uzak durulmalı. Onlara fırsat verilmemeli!

Fakat bunları bilmek yeterli olmaz.
1- İmanımızı sorgulamalı ve yeniden iman etme cüretini göstermeliyiz.
2- Kendimizi gerekli bilgi ve becerilerle donatmalıyız.
3- İnsanlığa hizmet edecek bütün araçlara sahip olmak için çalışmalıyız.
4- Hayal kurup slogan üretmek yerine, ayaklarımızı doğru yere ve sağlam basmalı; gerçekçi yürümeliyiz.
5- Kavmiyet duygularını, asalet küstahlığını, mezhep-meşrep fanatizmini islâm kardeşliğinin ve ümmet bilincinin önüne geçirmemeliyiz.
6- Affetme yetkimizi önce kendi içimizde kullanmalı, birbirimizin hatalarını düzeltme erdemini gösterebilmeli ve birbirimizi “ihraç etme/afaroz” dalâletinden sakınmalıyız. Ayrıntılarda boğulmak yerine bütünde kucaklaşmak varken, bu değerli paydayı telef etmenin ne kadar ağır vebal yükleyeceğini lâyıkı ile düşünmemiz gerekmez mi? Allah, Kur’an, Peygamber ve Kıble birliğini“İslâm kardeşliği” için yetersiz bulmak, hangimizin haddine düşer?

ŞÜPHE YOK; ÖZGÜRLEŞMEK TOPYEKÛN EMEK İSTER!..

20.08.2013
Salih Küçük









T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.